28,9919$% 0.23
31,2252€% -0.16
36,3918£% -0.22
1.866,38%-1,07
3.135,00%-0,31
1271001฿%-0.74511
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 24 Haziran 2018 cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçim manifestosunu AK Parti İstanbul İl Kongresinde açıkladığı zaman Türkiye’nin mevcut iç ve dış politikalarının gelişimi üzerinde önemli sinyaller veriyordu. Bu sinyaller aynı zamanda yakın gelecekte AK Parti siyasetinin ve dolayısı ile Türkiye’nin siyaset liginde, amatör kümeden şampiyonlar ligine sıçrayacağının da sinyalleriydi. Zira o gün açıklanan seçim manifestosu seçim sonrası Türkiye’nin iç ve dış politikalarının hangi düzlemde seyredeceğini anlamak için önemli bir belge niteliğindeydi. AK Parti’nin 15 yıllık dış siyasetinin dönüşümünü işaret eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin uluslararası arena da farklı kulvarda koşacağının altını çiziyordu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın altını çizdiği üç ana başlıktan söz edebiliriz ki bunlar;
olarak ifade edilebilir.
Ak Parti seçim manifestosu, yalnızca gücü merkezde toplanmış güçlü bir devlet olmanın yeterli olmadığını aynı zamanda bölgesel sorunların içinde kendini savunabilen ve caydırıcılığı yüksek bir devlet olmanın gerekliğini vurgulayarak dış politikayı kimlikli bir yapıya kavuşturmayı hedefliyordu. Dış politikanın değişmesini yalnızca Türkiye’nin batı ile ilişkisinin değişmesi olarak görmek çok doğru değildir. Ak Parti’nin kurulduğu günden beri yürütülen stratejik siyaseti terör örgütlerine başka çıkar yol bırakmamasından dolayı ( Gezi Parkı, Kobani Eylemleri, Darbe teşebbüsü, Sur çatışmaları) v.b. yaşananlar, muhafazakâr vatandaşların hayatta kalma (beka) kaygısını tetikleyerek “milliyetçi muhafazakârlık” kavramını ön plana çıkardı. Cumhur ittifakı ile dizayn edilen yerli ve milli karakterdeki siyasi blok Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın on yedi yıllık iktidar süresinde edindiği çıkarımların ve kazanımların tarihi bir yansımasıdır.
AK Parti, on yedi yıllık iktidarı boyunca ortaya koyduğu dış siyaset performansı zaman zaman bir birine taban tabana zıt söylemlerden oluştuğu ile ilgili ağır eleştirilerle karşı karşıya kaldı. AB ile tam üyelik müzakereleri, ABD ile ilişkilerinde yaşanan gel-git nedeniyle “eksen kayması” yaftalamaları, Afrika ve Ortadoğu siyaseti övgü aldığı kadar ağır eleştirilere de maruz kaldı. Bütün bu övgü ve yergilere bir tarafa bırakıp olaylara objektif bir pencereden bakacak olursak bir ülkenin dış siyasetini o dönemin konjontürü içinde ele almamız gerekir. Böylece Türkiye’nin Lüksemburg’dan 75.000 dolar hibe alan ülkeden, Yemen’e 5 milyon dolar hibe veren ülke konumuna nasıl geldiğini anlayabiliriz.
AK Parti iktidarı başladığında ABD’de 11 Eylül saldırıları gerçekleşmişti ve bu gelişme ABD’yi uluslararası siyasette müdahaleci bir politika izlemesine neden oldu. Ardından gelen Irak işgali ile AK Parti için zorlayıcı tercihler başladı. ABD ile uyumlu siyaset izlendiği bu dönemlerde komşu ülkelerle kurulan ilişkilerde arabuluculuk rolü dikkat çekiyor. 2010 yılında Arap isyanları ile başlayan bölgesel çalkantı AK Parti için yeni bir dış siyaset politikasının başlangıcı oldu. 2010 yılında yapılan Mavi Marmara saldırısı ve İran Yaptırımlarına karşı oy kullanımı bu dönemin başat hadiseleridir. Bu dönem dış politikada söylem ve icraatlar arasında (FETÖ manipülasyonları ile olsa da ) farklar Suriye krizi patlaması ile PKK’nın alanını genişletmesine neden oldu. PKK’nın genişlemesi ile 15 Temmuz’a kadar olan süreç bundan bir sonraki dönemin alt yapısını oluşturdu. Bu tarih Türkiye’nin dış politikadaki söylemini değiştirdiği kırılma noktası olarak kabul edilebilir.
Türkiye siyasi hayatı adına kritik bir viraj olarak kabul edilen 16 Nisan 2017 referandumu ile ülkenin yönetim şekli parlamenter sistemden Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemine dönüşürdü. Elbette ki yüz yılı aşkın bir parlamenter deneyimin ardından Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçiş çeşitli tartışmaların gölgesinde gerçekleşti. Bu tartışmalar yaşanırken 15 Temmuz 2016 yılında gerçekleşen FETÖ/PDY kalkışması ile iktidarda bulunan AK Parti ülkenin içinde bulunduğu durumu bir beka sorunu olarak tanımlıyordu. Milliyetçi Hareket Partisi de söylemlerinde beka sorununa atıfta bulunması ve AK Partiyi destekleyeceğini açıklaması ile Türkiye’de yeni bir hükümet modeli için halkın önüne sandık konuldu. Burada beka sorunu yalnızca FETÖ ile sınırlı kalmayıp içeriden ve dışarıdan Türkiye’ye yönelik bir terör kuşatası olduğu tezi üzerine inşa edildi. Referandumdan evet sonucu çıkması ile Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi resmi olarak yürürlüğe girdi.
2019 yılında yapılması planlanan genel seçimler Türkmen beyi MHP Genel Başkanı Lider Devlet Bahçeli’nin erken seçim çağrısı ile öne alındı. 24 Haziran 2018 Genel Seçimlerinde AK Parti ve MHP Cumhur İttifakı çatısı altında birleşti. Bu ittifak her ne kadar ülkenin iç siyasetindeki gelişmelerle ortaya çıkmış olsa da iki partiyi bir arada tutan söylem dış siyaset ve beka sorudur. Zira Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2018 Genel Seçimlerinden sonra yukarıda da bahsedildiği üzere yürüttüğü siyaset dış politika üzerinden şekillenmeye başladı. Öyle ki artık ülkenin öncelikli konusu ekonomi değil beka sorunu ve dış siyaset olarak belirginleşiyor ve ülke yerel siyaset üreten bir devlet olmaktan çıkıp uluslararası çapta siyaset üreten küresel aktörlerle mücadele eden bir devlet konumuna yükseliyordu.
“Cumhur İttifakı, önce Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023 yılında ‘lider ülke Türkiye’ye’ ulaştıracaktır. Cumhur İttifakı olarak inancımız budur. Ardından ise çağ açan İstanbul’un fethinin 600. yılı olan 2053 yılında ‘süper güç Türkiye’ye’ ulaştıracaktır. Elbette ortak ülkümüz de bu olacaktır. İşte buna eriştiğimizde, ne bizi kapı arasında tutmak isteyen Avrupa’ya ihtiyacımız kalacaktır ne de bize ikide bir parmak sallayan, devamlı sabrımızı test eden ABD dayatmalarına katlanılacaktır. Unutuldu sanılmasın, milletimiz o günleri gördüğünde, kimin kimi kapısında bekleteceğine, kimin başına kimin çuval geçireceğine, kimin masalarda yüz süreceğine, kimin, zulmün hesabını vereceğine, kimin ev ödevleri dağıtacağına tarih şahitlik edecektir. Cumhur İttifakı bu tarihi misyonla varlığını idame ettirmektedir. Bizim için öncelik belediye değil, milli bekadır.Cumhur İttifakı Türkiye’den asla vazgeçmeyecektir. “
Ayrıca önceliklerinin yerel siyaset değil beka olduğunu belirten Lider Bahçeli ülkeyi parçalamak isteyen güçlere asla izin vermeyeceklerini ifade etti.
Bugün gelinen noktada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve arkadaşlarının uyguladığı dış politikanın başarısı ortadadır. Türkiye artık bölgede ağırlığını koruyan hatta çevresinde yaşanan sorunların çözümünde etkili olan dominant bir ülke konumundadır. Bu siyaset artık yerel bazlı kısır siyasetten ziyade küresel çaplı baskın bir siyaset anlayışıdır. Türkiye küresel çaplı siyasette Amerika, Fransa, Almanya ve Rusya gibi dünya siyasetine yön veren ülkelerin karşısında güçlü mücadele veren ülke konumuna taşınmıştır. Bu durumu futbol mücadelesine benzetecek olursak, Türkiye’yi ligde kalma mücadelesi veren bir takımdan şampiyonlar ligine çıkmış bir takım olarak düşünebiliriz. Bu sıçrama elbette ki Cumhur İttifakını ulusal siyasette rakiplerinin üzerinde çıkararak farklı bir klasmana taşımıştır. Siyaset liginde amatör ligde mücadele eden bir takımla şampiyonlar liginde mücadele eden bir takımı karşılaştırmak nasıl anlamsız ise Cumhur İttifakı ile rakiplerinin siyaset anlayışını da karşılaştırmak o derece saçma ve anlamsızdır. Öyle görünüyor ki bu siyasi anlayış 2023’ün ve daha sonrasını da siyasi anlayışı olacak ve ülkeyi değişen dünya düzeninde devler ligine taşıyacak tarihi sorumluluğu yerine getirecektir.
Gökhan İZGİ Yazdı; WHATSAPP SÖZLEŞMESİNE TEPKİLER BÜYÜYOR