Kısaca özetleyecek olursak…
*Mutlu Personel
*İşleyen Fabrika
*Memnun Müşteri
*Huzurlu Türkiye
Bilindiği üzere ülkemizin huzurlu olabilmesi için refah seviyesinin artması gerekmekte, refah seviyesinin yükselmesi için üretmesi, üretmesi için çalışması, çalışması içinde, o iş gücünü oluşturacak genç nüfusa ihtiyacı var, farkında mısınız bilmiyorum ama ülke nüfusu hızla yaşlanıyor gelişmiş ülkeler bu sorunu çok öncelerden çözmüşler, üreten ülkelere baktığımızda her şartta kazandıklarını gözlemleyebilirsiniz.
Başarı için ekip, Ekip olabilmek içinde önce biz olmayı öğrenmeliyiz…
Son zamanlarda bir kurumsallık tutturduk gidiyoruz, çok zikredince kendini kurumsal zanneden firmalar şirket girişine kocaman bir tabelaya vizyonumuz yazınca kendini kurumsal zannediyorlar, peki nedir bu kurumsallık kavramı?
Bana göre Kurumsal yapının tarifi çok net.
‘’Kimseye bağlı kalmadan şeffaf ve adil bir şekilde yönetim biçimi’’
Araştırsak kurallara bağlı birçok şirketin sadece kurumsal yapısının kağıt üzerinde olduğunu görebiliriz, sorun çıkmadan sorunu önceden çözmek kurumsallık gerektiriyorsa, sorun çıktığında, sorunun boyutuna göre çözüm üretmek beceri gerektiriyor.
Tarafımdan bizzat yaşanmış küçük bir vaka örneğini irdeleyelim, kurumsal yapımız gereği sipariş edilen her ürün önce sisteme tanıtılır, tedarikçiden gelen ürün irsaliye üzerinden siparişinin olup olmadığına bakılır, siparişi var ise mal kabul şartları irdelenip, irsaliye ile kontrol edilip mal kabulü yapılır.
Yurt dışı üretimi yapılan bir ürün için ham madde tedariki yapılmış, ham madde birtakım nedenlerden dolayı fabrikaya teslimatı gecikmiş, ambar tabir edilen firma ürünü Cuma günü mesai bitimine dakikalar kala fabrikaya getirmiş, satın almanın işini doğru ve zamanında yapmaması nedeni ile ham madde için açılmamış siparişten dolayı ürünler tarafımdan kabul edilmez.
20 dakika sonra fabrika ateş yeridir, depo neden, nasıl ürünleri kabul etmez, patrona gelen ürünlerin siparişi açılmamış olduğu tarafımdan evrak üzerinde ispat edilir, 20 dakika işini doğru ve zamanında yapmayan personele ulaşılamadığı kanıtlandıktan sonra haklı haksız ortaya çıkar.
Olayın bundan sonrası en vahim kısmı, saat çoktan mesai saatini geçmiş ve ertesi gün hafta sonu olması nedeni ile cumartesi sadece o iş için mesai planlanmıştır, işini doğru ve zamanında yapmayan personel servisine biner ve evine gider, ben lojistik müdürü kimliğimi bir kenara bırakıp kişiliğim gereği çözüm üretmek zorunda olduğum için şirket aracınla ambarlar sitesine gidip ürünleri bizzat kendim araca yükleyip evime dönerim ertesi sabah erkenden fabrikaya gidip üretim başlamadan ürünlerin teslimatını üretim bölümüne yapar sorunu çözümlemiş olurum.
Şimdi diyeceksiniz ki, ürünleri alsaydın sorun çözülmüş olmaz mıydı, elbette sorun çözülmüş olmaz sadece ötelenmiş olurdu, kural olmadığı, ya da var olan kurallar uygulanmadığı için sadece sorunu ötelemiş olur ve her seferinde ahbap çavuş ilişkisi ile devam eder giderdi, sonuç becerimizi kullanarak kurumsallığımızı kanıtlayıp soruna çare bulduk, tabi ki ceremeyi yine biz çekerek, bunun adına da kişilik meselesi diyoruz.
Şirketlerde Beyaz ve Mavi yaka nedir?
Kurumsal yapı içerisinde görev tanımları doğrultusunda kendilerinden yapmaları istenilen şeyleri yerine getiren personele yakıştırdığımız kavramların ismidir aslında mavi ve beyaz yaka, şirket içerisinde her çalışan bir işçi olduğuna göre, mavi yaka personele işçi demek çokta doğru olmasa gerek,
Şirketlerde reel olarak çok karşılaşacağımız ana konuların başında, yemekhanelerin ayrıldığını, sınıflandırmaların bariz bir şekilde yapıldığını, ekip olma ruhunun yitirildiğini gözlemlemeniz mümkündür.
Her gün saat 15:30’ da şirketin üretimde çalışan personelden, genel müdürüne kadar toplandığı ve 1 fincan Türk kahvesi içilip 15 dakika sohbet edildiği bir iş yeri hayal edin, ettiniz mi?
Şimdi o hayalinizden kurtulun, öyle bir iş yeri maalesef Türkiye de yok, varsa da henüz bana denk gelmedi.
Yetki ve sorumluluklar belirlendiğinde gri alanların ortadan kaldırıldığında ben yerine biz benliğinin uygulandığında başarının kaçınılmaz olduğunu göreceksiniz, yapmanız gereken tek şey adil ve şeffaf bir yönetim biçimi.
Ülkemizin çalışmaya, üretmeye ve kazanmaya ihtiyacı var, bunun içinde biz olmalıyız.
‘’Farklı düşünmek’’
”İnovasyon” ormana atılan küçük bir kıvılcım gibidir fikirlerin ne zaman ve kimin tarafından ortaya çıkacağı hiç belli olmaz, inovasyon nedir sorusunun onlarca cevabı varken bende tek cevabı olduğunu söyleyebilirim, Farklı düşünmek.
‘’Empati’’
Tamda bu bağlamda baskı ile personelinizi yönetemeyeceğimiz gibi, korku ile saygıda kazanamazsınız, karar alma sonuç ve süreç odaklılığı aidiyet duygusu ve en önemlisi biz bir aileyiz kavramını hissettirmekten geçiyor.
Bir personel başarılı olduğunda ödülü hak ettiğini düşünüyorsa, başarısız olduğunda da sonuçlarına katlanacağı bilincinde olmalı, disiplin için ödül ve ceza uygulaması bilinci var edilirken personelin yalana teşvik edilmemesi en önemli kavram…
Şirketlerde kimse birbirini sevmek zorunda değildir, sadece yaptığı işe ve mesai saatleri içerisinde kişiliğine saygı duyması yeterli olacaktır.
En zayıf halkanız kadar güçlü olduğunuzu asla unutmayınız.
Aidiyet duygusu, herkesin anlayacağı dili konuşmak, ötekileştirmemek ve eşit mesafe, aslında en önemli silah sana yapılmasını istemediklerini başkasına yapma, sana yapıldığında hoşuna giden şeyleri başkalarına yap, başarının sırrı tam olarak bu, yoksa uzman kadrolardan oluşmuş bir şirkete paraları verirsiniz şirket gelir eğitimlerini verir eğlenir o an mutlu olursunuz sonuç; o anı geçiştirmek ise başarının Nirvana’ sına ulaşır sosyal medyada boy, boy resimlerle yerinizi alırsınız, Pe ki istedikleriniz tam olarak bu mu?
Neden etrafımızdakileri değiştirmek isterken, değişmeye aynı samimiyetle bakmayız?
Hani derler ya değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.
Ayrılan personelin yerine yeni bir personel işe başlar ve eski çalıştığı yerdeki alışkanlıklarını yeni iş yerine taşımaya çalışır, biz böyle yapıyorduk, oysa her kurumun işleyişi ve kurum kültürü birbirinden farklıdır ve bu yüzden her kurum için farklı süreçlerin yazıldığı şirket içi anayasalar olmalıdır.
Geçmiş yıllarımın bana öğrettiği en önemli öğreti, O’nu değiştirmek yerine olduğu gibi kabullenmeye çalışmak oldu.
Pe ki ben bunu kabullendim mi?
Elbette hayır.
Konuşsam tesiri yok, Sussam gönlüm razı değil durumu bu olsa gerek…
Değiştirmeye çalışmayın derken mesela eşinizi değiştirmeye çalışmayın demek istedim, sevgiliyken neyse o, nasılsa evlenince değişir derseniz, hayalleriniz kursağınızda kalır, yaşadığınız her gün kabusunuz olabilir.
Kültür Kader’ midir?
Kültür bir kader olsaydı, taşrada yaşayan bir köylü ses sanatçısı olup İstanbul’ da yaşamının geri kalanını idame ettirmesi mümkün olmazdı, bu yüzden kurum kültürüne ayak uydurmanız ya da kurum kültürünü değişen iş ortamına göre senkron ize etmeniz gerekiyorsa değişmekten korkmayınız.
Çok acıdır ki Türkiye’de bulunduğu ortamdan, işinden memnun olanların yüzdelik oranı oldukça düşük ya da işinden memnun olup maaşından memnun olmayanların oranı bir hayli fazla ülkemizin durumu oldukça içler acısı, nedense mevki ve makama o kadar önem veriyoruz ki bu bağdan kurtulmamız elzem önem arz ediyor.
Sonuç olarak birlikte çalıştığınız mesai arkadaşlarınızın eğitimine katkı sağlayınız, unutmayın eğitim ve gelişme sadece okul sıralarında kitap okuyarak kazanılmıyor, okulda öğrenilenler enfes bir kek hamuru ise sahada öğrenilenler o enfes keki pişiren fırının içerisindeki alevden ibarettir, doğru zamanda doğru ısıyla buluşamayan kek ya hamur kalır ya da yanar.
Birçok yönetici birlikte çalıştığı kendisine bağlı iş arkadaşının gelişiminden, gün gelir koltuğumu kaybederim endişesi ile rahatsız olur, oysa kaybettiğini düşündüğü şey bir koltukken, kazancı bir ömür boyu minnet duygusu ve sadakattir.
Unutmayın personelin başarısı sizi yüceltirken firmanıza ve ülkemize değer katar.
Usta olmak için önce ustanı geçeceksin, sonra seni geçecek bir çırak yetiştireceksin ki ustalık makamına erişesin derler.
Usta olabilmem için daha gidecek çok yolum paylaşmayı bekleyen çok hatıram olduğunu düşünüyorum.
Sevgiyle Kalın.
Recep KOCA
www.recepkoca.com
@lojistikbirhayattir